Açık Dergi'de Sivil İtaatsizlik ve Militarizm Üzerine Düşünceler

-
Aa
+
a
a
a

Dörtbir koldan dayatılan militarizme ve savaş borazanlarına karşı barışın sesini yükseltmek lazım. Biz de Açık Dergi’de Cogito’nun “Sivil itaatsizlik” konulu Yaz/2011 sayısından yola çıkarak, sivil itaatsizlik ve militarizm üzerine düşüncelere yer verdik: Martin Luther King’in Birmingham hapisanesinden yazdığı mektup, Barış Meclisi’nin yaptığı sağduyu çağrısı ve Açık Kitap’tan Militarizm maddesi. (Yazan ve okuyan: Ayşe Gül Altınay)

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 21 Mb.

18 Ağustos 2011 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.

Açık Dergi Söyleşileri'nin podcast servisine abone olmak için tıklayın.

Militarizm, İlk olarak 1860’larda Fransız anarşist düşünür Pierre Joseph Proudhon tarafından kullanılmaya başlanan ‘militarizm’, en geniş anlamıyla, bir toplumun, bireyin veya kurumun kendisini ‘sivil’ değerlerle değil ‘askerî’ değerlerle tanımlaması, sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik pratiklerini bu değerler etrafında örmesidir diyebiliriz. Avrupa tarihçisi Michael Howard’a göre militarizm “askerî alt kültüre ait değerlerin toplumun egemen değerleri olarak algılanmasıdır” (1976:109). 

 

Militarizm dediğimizde aklımıza ilk olarak ordu ve askerler geliyor ama yukarıdaki tanımı esas alacak olursak, ordu veya askerlerin varlığından öte, onları tanımlayan özelliklerin topluma yayılma süreçlerine bakmamız gerekiyor. Bir toplumda böyle bir yayılma varsa bundan kim sorumludur? Şüphesiz, yalnızca askerler değil. Orduyu, savaşmayı, askerî değerleri tüm diğer değerlerin üzerinde tutan veya tutulmasını sorunsallaştırmayan ‘siviller’ de militarist ideolojiye katkıda bulunuyorlar demektir.

 

İkinci bir yanılgı, militarizmi yalnızca savaşlar bağlamında düşünmek; askerîleşmenin (militaristleşmenin) esas olarak ‘barış’ dönemlerinde gerçekleştiğini, savaşların militarizmin bir ‘sonucu’ olduğunu görmemek.

 

Üçüncü bir yanılgı, militarizmin birdenbire veya kendiliğinden geliştiğini, hatta “insan doğasında olduğunu” düşünmek. ‘İnsan doğası’ kavramı kendi içinde tartışmalı bir kavram. Ama insan doğası diye bir şey olduğuna, şiddetin de bu doğanın parçası olduğuna inansak bile buradan yola çıkarak, devasa orduların, yıllar süren askerî eğitimlerin ve yatırımların birer ‘doğal refleks’ olduğu sonucuna varamayız. Eğer savaşmak bu kadar ‘doğal,’ bu kadar kendiliğinden gelişen bir şey olsaydı, bu derece yoğun ve uzun süreli ideolojik hazırlık ve eğitim gerektirmezdi; “halkı askerlikten soğutmak” gibi ‘suç’lar da olmazdı.

 

“Militarizmin Başarısı Kendisini Gizlemesine Bağlı”

 

Feminist düşünür Cynthia Enloe’ya göre militarizmin başarısı büyük ölçüde kendisini gizlemesine bağlı. Bir başka deyişle, görünür olmadığı sürece içselleştirilmiş, hayatın içine girmiş oluyor militarizm. Dolayısıyla, pek çok başka ideolojide olduğu gibi militarizmle mücadelenin birinci aşaması onu görünür kılmaktan geçiyor. Militarizmi anlamak istiyorsak, gözümüzü, savaşmanın meşru kılındığı, maddi-manevi savaş hazırlıklarına yoğun emek ve kaynak harcanan ‘barış’ dönemlerine ve ‘sivil’ alanlara doğru çevirmemiz şart.

 

Genel bir gözlem olarak, 20. yüzyılın tam bir yıkım yüzyılı olduğunu ve militarizmin bu yüzyıl içinde gelişip yaygınlaştığını kabul etmemiz gerekiyor. Lev Tolstoy’un 1905 yılında yaptığı eleştiriyi hatırlayalım. “Avrupa’daki iktidar odakları zorunlu askerlik hizmetini hiç itirazsız kabul ettiler; oysa ki kölelikti bu, hem de eski dönemlerdeki kölelik koşullarıyla kıyas kabul etmez bir yozlaşma ve irade kaybı söz konusuydu.” (Tolstoy 1990 [1905], 41). Eğer Tolstoy’un askerlik hizmetini en kötü kölelik biçimi olarak niteleyen bu sözleri, tam bir yüzyıl sonra dünyanın pek çok yerinde kulağa hâlâ çok radikal (belki daha radikal) geliyorsa, militarizmin 20. yüzyıl boyunca hangi süreçlerle ‘normalleştiğine’, içselleştirildiğine daha yakından bakmamız gerekiyor.

 

“Her Türk Asker Doğar”

 

“Her Türk asker doğar” anlayışının gerek resmî söylemler, gerekse ‘sivil’ değerlendirmelerde yaygın olarak yeniden üretildiği 21. yüzyıl Türkiye’sinde, militarizmi anlamak, görünür kılmak ve alternatif ‘sivil’ tahayyüller geliştirmek kolay değil. Militarizmin eleştirisini yaparken tek taraflı olmamak, hiyerarşik, şiddete dayalı, ölümü kutsayan (resmî veya muhalif) her türlü siyasi yapılanmayı sorunsallaştırmak önemli bir başlangıç noktası. Bir o kadar önemlisi, militarizmin milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, ve karşıcinsiyetçilik (heteroseksizm) gibi ideolojilerle ilişkisini anlamak. Militarist değerler ve pratikler (örneğin askerlik) erkeklikle özdeşleştirildiği ölçüde onları sorgulamak hâkim erkeklik anlayışını da sorgulamayı gerektiriyor. Eşcinsel vicdani retçi Mehmet Tarhan’ın kendi mücadelesini tanımlama biçimi, kadın vicdani retçilerin ortaya çıkması, 2004’ten bu yana antimilitaristler tarafından düzenlenen Militurizm Festivalleri ve 2006 yılında Çıplak Ayaklar Kumpanyası tarafından sergilenen Mehmet Barış’ı Seviyor performansı (ve tüm bunların Açık Radyo’da konuşuluyor, tartışılıyor olması) Türkiye’de militarizm analizlerinin derinleştiğine, antimilitarist dil ve tahayyülün gelişmekte olduğuna dair umut verici örnekler. Ayşe Gül Altınay .

Açık Kitap’tan Militarizm maddesi: